Öğrenmenin Dönüştürücü Gücü ve Toplumsal Bellek: Depremde Ölenler Nasıl Gömüldü?
Bir eğitimci olarak, öğrenmenin yalnızca bilgi edinmekten ibaret olmadığını; insanın dünyayı, acıyı, umudu ve dayanışmayı anlamlandırma biçimi olduğunu her gün yeniden görüyorum. Öğrenme, bireyin ve toplumun kendini dönüştürme yolculuğudur. Bu yazıda, belki de en ağır öğrenme deneyimlerimizden biri olan “deprem” üzerinden, ölüme, kayba ve toplumsal hafızaya dair bir farkındalık oluşturmayı amaçlıyorum. Peki, bir toplum olarak büyük yıkımlar karşısında neleri öğreniyoruz? Ve en önemlisi, bu öğrenme bizi nasıl değiştiriyor?
Felaketin Pedagojisi: Depremden Öğrenmek
Depremler, fiziksel olduğu kadar psikolojik ve toplumsal yapıları da sarsar. Bu süreçte bireyler, “kriz öğrenmesi” denilen bir deneyim yaşar. Kriz öğrenmesi, bilginin duygusal yoğunlukla işlendiği, kalıcı ve dönüştürücü bir öğrenme biçimidir. İnsan, yıkımın ortasında yaşamın anlamını, dayanışmayı ve ölümün gerçekliğini yeniden öğrenir. Bu bağlamda eğitim, sadece okul duvarları arasında değil, afet bölgelerinde, gönüllülerin elinde, kayıp listelerinde de yeniden şekillenir.
Ölümün Sessiz Eğitimi: Depremde Ölenler Nasıl Gömüldü?
Deprem sonrası defin süreçleri, hem dini hem etik hem de lojistik zorluklar içerir. Türkiye’de yaşanan büyük depremlerde, ölenlerin gömülme süreci çoğu zaman olağanüstü koşullar altında yürütülmüştür. Kimliği belirlenemeyen bedenler DNA örnekleriyle kayıt altına alınır, toplu mezarlara düzenli şekilde gömülür ve defin işlemleri dini kurallara mümkün olduğunca uygun şekilde gerçekleştirilir. Bu süreç, sadece fiziksel bir görev değil, aynı zamanda bir “toplumsal öğrenme” deneyimidir. Çünkü ölümün düzenlenişi, toplumun değerlerini, etik anlayışını ve insana duyduğu saygıyı yansıtır.
Pedagojik Bir Perspektiften Toplu Defin ve Toplumsal Bellek
Paulo Freire’nin “eleştirel pedagojisi” bize şunu öğretir: Öğrenme, sorgulamayla başlar. Deprem sonrası defin süreçlerine baktığımızda şu sorular akla gelir: Neden bazı ölüler kimliksiz kalır? Toplu definler toplumsal hafızayı nasıl etkiler? Bu sorular, sadece adalet ve insan hakları bağlamında değil, aynı zamanda eğitimin vicdani yönüyle ilgilidir. Öğrencilerimize öğrettiğimiz her bilgi, bir gün yaşama ve ölüme bakışımızı şekillendirir.
Toplu mezarlar, birer “sessiz sınıf” gibidir. Her biri bize, bilginin insanlıkla, öğrenmenin vicdanla ilişkisini hatırlatır. Bir toplum, ölülerine nasıl davrandığıyla da öğrenir; saygı, empati ve sorumluluk duygusunu bu sessiz tanıklıklardan edinir.
Bireysel ve Toplumsal Öğrenme: Kaybın Dönüştürücü Etkisi
Depremde ölenlerin gömülme süreci, hayatta kalanlar için bir “öğrenme alanı” oluşturur. Yas tutmak, anlam aramak, dayanışma göstermek—bunların hepsi öğrenmenin duygusal bileşenleridir. Birey, ölüm karşısında kendi varlığını yeniden tanımlar; toplum ise dayanışma kültürünü güçlendirir. Bu yönüyle ölüm, bir son değil, öğrenmenin en derin biçimlerinden biridir.
Eğitim psikolojisinde “deneyimsel öğrenme” kavramı vardır. İnsan, yaşadığı her olayı içselleştirir ve davranışlarına yansıtır. Deprem sonrası yaşanan acı, bireylerin değer sistemini yeniden inşa eder. Toplumsal olarak da yeni öğrenmeler başlar: afet bilinci, kriz yönetimi, gönüllülük ve etik sorumluluk gibi.
Pedagojik Sorumluluk: Öğretmenler, Öğrenciler ve Hafıza
Bir eğitimci, yalnızca bilgi aktaran değil, aynı zamanda bellek taşıyıcısıdır. Depremlerden sonra öğrencilerimize yalnızca “neden binalar yıkıldı”yı değil, “neden insanlar unutulmamalı”yı da öğretmemiz gerekir. Bu pedagojik yaklaşım, bilişsel öğrenmeden çok duyuşsal öğrenmeyi hedefler. Çünkü değerler, empati ve adalet duygusu; ders kitaplarında değil, yaşanmışlıkların içinden doğar.
Eğitim, bu yönüyle bir “etik eylem”dir. Depremde ölenleri anmak, onların gömülme sürecine saygı duymak, aslında insan olmayı öğrenmektir. Bu da eğitimdeki en yüksek öğrenme düzeyidir: vicdanın öğrenmesi.
Okuyucuya Sorgulama Alanı
Sen, bu yazıyı okurken kendi öğrenme deneyimini hiç düşündün mü?
Bir felaket karşısında neyi öğrenirdin?
Ölümün, kaybın ve dayanışmanın öğretisini kimden alırdın?
Toplum olarak bir daha aynı hataları yapmamak için hangi bilgileri, hangi duygularla öğrenmeliyiz?
Sonuç: Öğrenmenin Sessiz Tanıkları
Depremde ölenlerin nasıl gömüldüğü, yalnızca bir defin meselesi değildir; bir toplumun insana, ölüme ve yaşama bakışının yansımasıdır. Bu süreç, öğrenmenin sınırlarını genişletir: coğrafya dersinden etik felsefesine, sosyolojiden psikolojiye kadar. Her mezar, bir öğretidir; her isim, bir ders.
Öğrenmenin dönüştürücü gücü, bazen sessizlikte saklıdır. Ve belki de en derin öğrenme, kaybettiğimiz her canın bize bıraktığı bu sessiz bilgidir.